06-06-2015, 05:46 AM
BİRİNCİ HİKÂYE
Hazreti Şeyhden rivayet edilmiştir:
Azizlerden birisi, daima bir arkadaşına ziyarete gider ve evinde misafir olarak kalırdı. Hane sahibi de her defasında kendisine av eti ikram ediyordu. Bir gün yine misafir olarak gittiğinde, başka şeyler ikram edilir ve ev sahibine:
— Her zaman bana av eti ikram ederdin, bugün başka şey ikram etmene sebeb nedir? diye sorar. Ev sahibi de şöyle anlatır:
Benim âdetim daima av yapmaktır. Bir gün yine su içerisine tuzağımı kurmuş ve bir yere gizlenmiştim. Biraz sonra yanında üç tane yavrusu olduğu halde bir âhû geldi. Su içmek için suya yaklaştığı zaman tuzağı görünce, içmekten vazgeçip gittiler. Ertesi gün tekrar geldiler. Fakat tuzağı görüp yine içmeden gittiler. Üçüncü gün geldiklerinde, susuzluktan ayakta duracak halleri kalmamıştı. Yine su içmek için yaklaştıkları zaman tuzağı gördüler. Fakat bir türlü cesaret edip yaklaşamıyorlardı. Suyun etrafında dolaşmaya başladılar. Başka bir su da bulamayınca, âhû yüzünü semaya doğru kaldırdı ve gözlerinden yaşlar aktığı halde tazarrû etmeye başladı. Bir müddet sonra, bulutlar peyda oldu, gök gürleyip şimşekler çakmaya başladı ve o derece yağmur yağdı ki dereler ve göller dolup taştı. Âhû ve yavruları da sulanıp gittiler. Ben de, bir hayvanın dergâh-ı izzette duası kabul olduğu halde, insan olan niçin gafletten uyanmaz, diyerek o günden sonra avlanmayı bıraktım, diye hikâye etti.
---------------
İKİNCİ HİKÂYE
Hulefâ-i Râşidîn zamanında, Mekke-i Mükerreme'de bir defa gayet kuraklık olup, Mekke ehli yağmur duasına çıkmışlardı. Fakat yağmur yağmamıştı. Abdullah Bin Mübarek Hazretleri: «Bu insanların içinden çıkıp, tenha bir yerde dua edeyim, belki dergâh-ı izzette kabul olur.» diyerek, Mekke-i Mükerreme'den çıkıp bir mağaraya girer ve dua ile meşgul olmaya başlar. O esnada mağaradan içeriye siyahî bir arap girip iki rek'at namazdan sonra şöyle dua ve tazarrûda bulunur:
— Ya Rabbî! Senin kulların üç gündür rahmet duasına çıkıyor ve senden yağmur istiyorlar. Sen ise henüz ihsan etmedin. Sen yağmur yağdırıncaya kadar başımı secdeden kaldırmayacağım.
Bunun üzerine hemen yağmur yağmaya başlar ve o da secdeden kalkarak, mağaradan çıkıp gider. Abdullah Bin Mübarek de O'nu takib etmeye başlar. Nihayet o arap Mekke-i Mükerreme'de yüksek bir kapıdan içeriye girer. O da kapının önünde beklemeye başlar. İçeriden çıkan birisine bu evin kime âit olduğunu sorunca, bir esircinin evi olduğunu öğrenir. Sonra esirciyi çağırarak:
— Bir esir almak istiyorum. Bütün esirlerini bana göster, der. Esirci de hepsini gösterir. Fakat o arabı esirlerin içinde göremeyince, esirciye o arabın nerde olduğunu sorar. Esirci de:
— Evet öyle birisi vardır, fakat çok tembeldir, işe yaramaz der. O da getir bir bakalım, deyince arabı getirir. Abdullah Bin Mübarek arabı görünce:
-— Olsun bu benim işime yarar, fiatı nedir? diye sorar. Esirci:
— Ben 20 akçeye aldım fakat 10 akçe bile etmez der. Abdullah Bin Mübarek, 20 akçeye alır ve evine getirir. O arab:
— Ey Abdullah Bin Mübarek! Sen beni niçin aldın?
— Sen benim ismimi nereden biliyorsun?
— Dostlar birbirini bilir.
Arab abdest alıp namaz kıldıktan sonra, başını secdeye koyar. Abdullah Bin Mübarek de acaba ne diyor diyerek O'na yaklaştığı zaman, secdede şöyle söylediğini duyar: «Ey sırlar sahibi, hakikaten sır zahir oldu. Bundan sonra bana hayat gerekmez.»
Arabın secdede biraz fazla kaldığını görünce, O'nu hareket ettirmek ister. Bir de anlar ki, arab ruhunu teslim etmiştir. Hemen teçhiz ve tekfinini görüp defn eder. O gece rüyasında, Hz. Rasûlü Ekrem Efendimizi görür. Sağ tarafında haybetli ve nûranî yüzlü bir zat ve sol taraflarında da o arab vardır. Hz. Rasûlü Ekrem Efendimiz:
— Ya Abdullah! Allahu Teâlâ Hazretleri seni hayır ve ihsan ile mükâfatlandırsın. Çünki sen bizim sevdiğimize hizmet ve ihsan ettin, buyurdu. Abdullah Bin Mübarek:
— Ya Rasûlallah! Bu kul zât-ı âlilerinizin sevdiği midir? deyince, Efendimiz:
— Evet, bizim sevdiğimiz bir kuldur. Hatta İbrahim Halîlullah'ın da sevdiği bir kuldur, deyip sağ tarafındaki zatın Cenabı Halîlullah salavatullahi ala nebiyyina ve aleyh hazretleri olduğunu işaret buyurdular.
Uyandığı zaman, öyle bir hizmetçi ile bulunduğu için Cenabı Hak''ka şükreder.
Hazreti Şeyhden rivayet edilmiştir:
Azizlerden birisi, daima bir arkadaşına ziyarete gider ve evinde misafir olarak kalırdı. Hane sahibi de her defasında kendisine av eti ikram ediyordu. Bir gün yine misafir olarak gittiğinde, başka şeyler ikram edilir ve ev sahibine:
— Her zaman bana av eti ikram ederdin, bugün başka şey ikram etmene sebeb nedir? diye sorar. Ev sahibi de şöyle anlatır:
Benim âdetim daima av yapmaktır. Bir gün yine su içerisine tuzağımı kurmuş ve bir yere gizlenmiştim. Biraz sonra yanında üç tane yavrusu olduğu halde bir âhû geldi. Su içmek için suya yaklaştığı zaman tuzağı görünce, içmekten vazgeçip gittiler. Ertesi gün tekrar geldiler. Fakat tuzağı görüp yine içmeden gittiler. Üçüncü gün geldiklerinde, susuzluktan ayakta duracak halleri kalmamıştı. Yine su içmek için yaklaştıkları zaman tuzağı gördüler. Fakat bir türlü cesaret edip yaklaşamıyorlardı. Suyun etrafında dolaşmaya başladılar. Başka bir su da bulamayınca, âhû yüzünü semaya doğru kaldırdı ve gözlerinden yaşlar aktığı halde tazarrû etmeye başladı. Bir müddet sonra, bulutlar peyda oldu, gök gürleyip şimşekler çakmaya başladı ve o derece yağmur yağdı ki dereler ve göller dolup taştı. Âhû ve yavruları da sulanıp gittiler. Ben de, bir hayvanın dergâh-ı izzette duası kabul olduğu halde, insan olan niçin gafletten uyanmaz, diyerek o günden sonra avlanmayı bıraktım, diye hikâye etti.
---------------
İKİNCİ HİKÂYE
Hulefâ-i Râşidîn zamanında, Mekke-i Mükerreme'de bir defa gayet kuraklık olup, Mekke ehli yağmur duasına çıkmışlardı. Fakat yağmur yağmamıştı. Abdullah Bin Mübarek Hazretleri: «Bu insanların içinden çıkıp, tenha bir yerde dua edeyim, belki dergâh-ı izzette kabul olur.» diyerek, Mekke-i Mükerreme'den çıkıp bir mağaraya girer ve dua ile meşgul olmaya başlar. O esnada mağaradan içeriye siyahî bir arap girip iki rek'at namazdan sonra şöyle dua ve tazarrûda bulunur:
— Ya Rabbî! Senin kulların üç gündür rahmet duasına çıkıyor ve senden yağmur istiyorlar. Sen ise henüz ihsan etmedin. Sen yağmur yağdırıncaya kadar başımı secdeden kaldırmayacağım.
Bunun üzerine hemen yağmur yağmaya başlar ve o da secdeden kalkarak, mağaradan çıkıp gider. Abdullah Bin Mübarek de O'nu takib etmeye başlar. Nihayet o arap Mekke-i Mükerreme'de yüksek bir kapıdan içeriye girer. O da kapının önünde beklemeye başlar. İçeriden çıkan birisine bu evin kime âit olduğunu sorunca, bir esircinin evi olduğunu öğrenir. Sonra esirciyi çağırarak:
— Bir esir almak istiyorum. Bütün esirlerini bana göster, der. Esirci de hepsini gösterir. Fakat o arabı esirlerin içinde göremeyince, esirciye o arabın nerde olduğunu sorar. Esirci de:
— Evet öyle birisi vardır, fakat çok tembeldir, işe yaramaz der. O da getir bir bakalım, deyince arabı getirir. Abdullah Bin Mübarek arabı görünce:
-— Olsun bu benim işime yarar, fiatı nedir? diye sorar. Esirci:
— Ben 20 akçeye aldım fakat 10 akçe bile etmez der. Abdullah Bin Mübarek, 20 akçeye alır ve evine getirir. O arab:
— Ey Abdullah Bin Mübarek! Sen beni niçin aldın?
— Sen benim ismimi nereden biliyorsun?
— Dostlar birbirini bilir.
Arab abdest alıp namaz kıldıktan sonra, başını secdeye koyar. Abdullah Bin Mübarek de acaba ne diyor diyerek O'na yaklaştığı zaman, secdede şöyle söylediğini duyar: «Ey sırlar sahibi, hakikaten sır zahir oldu. Bundan sonra bana hayat gerekmez.»
Arabın secdede biraz fazla kaldığını görünce, O'nu hareket ettirmek ister. Bir de anlar ki, arab ruhunu teslim etmiştir. Hemen teçhiz ve tekfinini görüp defn eder. O gece rüyasında, Hz. Rasûlü Ekrem Efendimizi görür. Sağ tarafında haybetli ve nûranî yüzlü bir zat ve sol taraflarında da o arab vardır. Hz. Rasûlü Ekrem Efendimiz:
— Ya Abdullah! Allahu Teâlâ Hazretleri seni hayır ve ihsan ile mükâfatlandırsın. Çünki sen bizim sevdiğimize hizmet ve ihsan ettin, buyurdu. Abdullah Bin Mübarek:
— Ya Rasûlallah! Bu kul zât-ı âlilerinizin sevdiği midir? deyince, Efendimiz:
— Evet, bizim sevdiğimiz bir kuldur. Hatta İbrahim Halîlullah'ın da sevdiği bir kuldur, deyip sağ tarafındaki zatın Cenabı Halîlullah salavatullahi ala nebiyyina ve aleyh hazretleri olduğunu işaret buyurdular.
Uyandığı zaman, öyle bir hizmetçi ile bulunduğu için Cenabı Hak''ka şükreder.