04-18-2015, 02:06 PM
Gitsby
Çoğu insan gibi, üzücü bir çocukluk
geçirdim. Bu günlerde kim geçirmiyor ki?
Babam ben doğmadan önce terketti ve
beni doğurduğu andan itibaren
uyuşturucu kullanan bir anneyle
büyüdüm. Hemen partili yaşam biçimine
döndü ve evimizi esrarkeşlerin havasıyla
doldurdu. Hayatımın ilk 5 yılını,
uyuşturucuyla kaplanmış bir havada
geçirdim. Dumanlı hava evin her yerini
sarmıştı, bazen kapımın altından da
geliyordu.
Annem kötü biri değildi, sadece
bağımlılıklarının kurbanıydı. Boş parası
olduğunda, eve yemek getirirdi ve hatta
bazenleri bana Goodwill’den kıyafetler
alırdı. Odamdaki tek mobilya bazalı
yatağım, ve küçük mavili beyazlı bir
oyuncak kutumdu. Çok fazla oyuncağım
olduğundan değil, zaten 3 tane vardı
sadece ve onlar da doğum günlerimden
gelenlerdi; bir resim kiti, kırmızı bir
vagon ve son olarak, biriciğim, Gitsby
adındaki oyuncak bebeğimdi.
Gitsby en yakın arkadaşımdı. Beraber
hayali çay partileri yapardık, beraber
uyurduk, duş alırdık ve bazen benimle
konuştuğunu hatırlıyorum.
Şu anki yetişkinlik çağımda Gitsby’i
düşününce, ne kadar travmatik bir
çocukluk yaşadığımı anlıyorum aslında.
Bazen uçmuştum evdeki dumanlı
havadan dolayı ve bu yüzden anılarımın
çoğu gerçek olamayacak kadar absürttü.
Hala onun sesini hatırlıyorum, ince,
pürüzlü. Ve benden istediği şeyleri
hatırlıyorum. Onun için yemek çalmak.
Çatalları, bıçakları götürmek.
Koltuğumuzun üzerinde sızmış kötü
adama vurmak. Her zaman başımı belaya
sokacak kötü şeyler… Gitsby’i suçlardım
ama annem hiçbir zaman inanmadı.
Yetişkinler asla inanmaz.
6. yaş günlerime az kala, annemden
yılbaşı partisi istedim. Okuldaki hoş
olmayan kızları çağırıp onlara kek ikram
etmek, beni sevmelerini ve arkadaşım
olmalarını istiyordum. Hala mutfakta çok
yüksek umudumla beklediğimi, maden
suyunu çalkaladığımı, nefesimi
tuttuğumu ve annemi pür dikkat
izlediğimi hatırlıyorum. Bana döndü ve
güldü.
“Yılbaşı partisi mi? Jess, bu gülünç.
Benim bile olmayan 15 çocuğu beslemeyi
karşılayamam, daha seni bile ancak
doyurabiliyorum. Bir fil gibi yiyorsun,
yoksa küçük Gitsby mi demeliydim? Evde
yiyecek şeyleri bile güçlükle
bulabiliyorum.”
Yüzüm anında düştü. Bir şeyler
mırıldandım ve kekeledim. Salondan
gelen müziği duydum. Kapıdan geçen
onlarca tanımadığım insanı gördüm.
Annem her zaman partiler verirdi. Peki
ya ben? Bir çocuktum ve tüm
arkadaşlarım yılbaşı partileri veriyordu ve
şimdi tüm kötü kızlar parti vermek için
çok fakir olduğumu bilecekler ve bununla
bile dalga geçeceklerdi.
Göz yaşlarımın aktığını hissettim ve
odama koşup kapıyı çarptım. Gitsby
yatakta yatıyordu ve gülümsüyordu. O
her zaman gülümserdi, nasıl
unutabilirim ki? Sadece bana bakardı, ve
gülümserdi. Benden kötü bir şey
yapmamı isteyecekti. Yemek çalmamı ya
da daha kötüsünü. Bu onun suçuydu.
Gitsby okula gitmek zorunda değildi.
Gitsby hiçbir zaman benim durumuma
düşmedi, başı belaya girmedi. 5 yaşında
küçük beynim, tüm bu olanların annemin
değil de Gitsby’nin suçu olduğuna
inandırmıştı beni.
Öfkeyle çığlık attım ve elimdeki şişeyi
tüm gücümle yatağa fırlattım. Gitsby’e
çarptı ve zemine düştü. Güldüm. Onu
banyoya sürükledim ve duşakabinin içine
attım. Tabi ki de karşılık veremedi suyun
altındayken ama bu beni rahatlatmıştı.
Birkaç dakika sonra, yani sinirim ve
aşağılanma duygum geçtiğinde hıncımı
çıkardığım favori oyuncağımı oyuncak
kutusuna fırlattım ve sertçe kapattım.
Kutuyu tekmeledim; Gitsby’i hiçbir
zaman görmek istemiyordum.
Ondan sonra hiçbir oyuncağım olmadı.
Yaklaşık bir hafta sonra polis geldi ve iki
tatlı bayan beni yeni bir eve, kasabaya ve
hayata götürdü. Yemeğim vardı ve
uyuşturucu falan yoktu. Sandık depoya
kaldırıldı ve vagon kayboldu. Annemi bir
daha hiç görmedim. Büyüdüğümde ailem
annemin 25 yıldır hapiste olduğunu
kabul etti. Onun için hiçbir şey
hissetmemiştim zaten, hala onun bana
verdiği kötü hayat yüzünden kabuslar
görüyordum. Kendimi okuldaki başarıma
adamıştım ve hapisten gönderdiği
mektupları takmamıştım. Ergenlik
dönemimde bana birkaç kez ulaştı ama
telefonu açmadım.
Bu sabaha kadar böyleydi. Şimdi 30
yaşındayım, kendi çocuklarım ve beni
derinden seven bir eşim var. Güzel bir
eve, iki tatlı köpeğe ve sosyal çalışan
olarak benim gibi çocukluk geçiren
çocuklarda bir farklılık yapmak üzere bir
kariyere sahibim. Bugün bana sesli mesaj
attığında ve benimle konuşmayı
istediğini söylediğinde, kendimi onun
söyleyeceklerini dinleyecek kadar hazır
hissettim.
Çocuklar okul için gittiğinde, arka
bahçemizdeki kulubemize gittim,
çocuklarımın yazın oynamak için
kullandığı alana. Eski oyuncak kutuma,
şimdilerde çay partisi sehpası olarak
kullanılan sandığa oturdum ve bana
bıraktığı numarayı aradım.
3 kez çaldı.
“Alo? Jessie?”
“Selam, anne. Nasılsın?”
“Oh Jessie, benimle konuştuğun için
teşekkür ederim. Biliyorum şu an kendi
ailene ve hayatına sahipsin. Onlarla
birgün tanışmayı çok isterim! Sadece ne
kadar üzgün olduğumu söylemek için
aradım. Her şey için.”
“Çocuklarımla hiçbir zaman
tanışmayacaksın, asla. Ben de kendi
hissettiklerimi söyleceğim. Uyuşturucular
seni çökertti ve beni de aşağı, yanına
çektin. Aslında, yakalanmanın bu kadar
uzun sürdüğüne şaşkınım.”
“Yakalanma derken ne demeye çalıştığını
anlamadım. Jess, gerçekten bir şey
bilmiyorum. Bak, zor bir durum. Neden
benden bu kadar nefret edip
torunlarımla tanışmama izin
vermiyorsun? İsa’nın bağışlayıcılığı
hakkında çok şey öğrendim uzaktayken ve
ben.. oh Jessie, Gitsby için çok
üzgünüm.”
“Gitsby?” Durdum, aklım karışmıştı.
“Neden onu umursayasın?”
“Biliyorum, inan bana biliyorum Jessie.
Hepsi benim suçum, eroinler. Ve Gitsby,
Tanrım… O sonsuz kadar gitti ve hepsi
benim hatam.”
Annem ağlamaya başladığında,
parmaklarımı sabırsızca oyuncak
kutusuna değdirdim. Uyuşturucular
annemin beynini yakmıştı açıkça.
“Anne, neden Gitsby hakkında
konuşuyorsun? Hatta neden
umursuyorsun? Ve Gitsby’nin nerde
olduğunu biliyorum. Tam altımda.
“Biliyor musun? Ne diyorsun Jessie?
Aman Tanrım nerde o?”
Huzursuzca cevap verdim. “Gitsby
sandıkta.”
Cidden annemin telefonu beklemeye
aldığını sandım, hiçbir şey
duymuyordum, nefes alış verişini bile.
“….Kız kardeşin sandıkta derken?”
“Kardeş? Ne saçmalıyorsun?
Uyuşturucuya hemen döndün değil mi
anne? Gitsby lanet olası bir oyuncak.
Birkaç gün önce onu oyuncak kutusuna
kitlemiştim senin esrarkeşlikten
yakalanmandan önce.”
“Jessie.. oh Tanrım hayır… hayır… Jess,
uyuşturucular için hapse atılmadım. Göz
altına alınma sebebim Gitsby’nin
kayboluşuydu. Onu her zaman küçük
oyuncağın diye çağırırdın ama hepimiz
biliyorsun sanmıştık.. Aman Tanrım, ne
yaptın Jessie? Benim küçük bebeğime ne
yaptın?!”
Duygu belirtisi göstermeden, telefonu
yanıma koyup ayağı kalktım. Uzaktan,
annemin haykırışlarını ve ağlayışını
duyabiliyordum ve kutu hakkında çok
karanlık duygular içimi kapladı. Anılar,
geri dönüyordu. Kararsızlığımın ardındaki
gücü hissediyordum. Zihnimdeki kapayı
ittiriyordum, çok uzun süredir sıkıca
kapalı olan kapıyı. Onun orada olduğunu
unutmuştum.
Travma ve uyuşturucular benim küçük bir
çocuğun aslında bir bebek olduğunu
inandırmış olabilir miydi? Yemek isteyen,
bunun için malzemelere ihtiyaç duyan,
onu kötü adamlardan korumamı isteyen…
Hayır…
Yavaşça döndüm ve gözlerimi kutuya
diktim. Kesinlikle çok küçüktü. Oraya bir
insanı sığdıramazdın. Yapamazdın. Peki
ya çok küçük, aç, bir deri bir kemik olan
bir yavruyu? Eğer bir müfettiş olsaydım
ve bir çocuk aramam gerekseydi asla o
kutunun içine bakmayı düşünmezdim.
Sadece, çok çok küçüktü.
Dizimin üstüne çöktüm ve klipslerini
açtım. Bakmamam daha iyi olacaktı. Tüm
bu atlattıklarımdan sonra, kazandığım
yeni hayattan sonra. Bu oyuncak
kutusunu açmamla hepsi yok olabilirdi.
Açmamalıyım. Onu bir yere fırlatmalı ve
varlığını bile unutmalıyım. İçine
bakmamalıyım.
Sandığı açtım.
Hiçbir zaman oyuncak bebeğim
olmamıştı. Annem asla bana alamadı. Bir
vagonum da olmamıştı. Ama bir oyuncak
kutum vardı. Şirin, mavi ve beyaz bir
kutu. 5 yaşındayken, iki yaşındaki kız
kardeşimi boğdum ve onu içine koydum.
Ve şimdiyse, hayatım bitti.
Çoğu insan gibi, üzücü bir çocukluk
geçirdim. Bu günlerde kim geçirmiyor ki?
Babam ben doğmadan önce terketti ve
beni doğurduğu andan itibaren
uyuşturucu kullanan bir anneyle
büyüdüm. Hemen partili yaşam biçimine
döndü ve evimizi esrarkeşlerin havasıyla
doldurdu. Hayatımın ilk 5 yılını,
uyuşturucuyla kaplanmış bir havada
geçirdim. Dumanlı hava evin her yerini
sarmıştı, bazen kapımın altından da
geliyordu.
Annem kötü biri değildi, sadece
bağımlılıklarının kurbanıydı. Boş parası
olduğunda, eve yemek getirirdi ve hatta
bazenleri bana Goodwill’den kıyafetler
alırdı. Odamdaki tek mobilya bazalı
yatağım, ve küçük mavili beyazlı bir
oyuncak kutumdu. Çok fazla oyuncağım
olduğundan değil, zaten 3 tane vardı
sadece ve onlar da doğum günlerimden
gelenlerdi; bir resim kiti, kırmızı bir
vagon ve son olarak, biriciğim, Gitsby
adındaki oyuncak bebeğimdi.
Gitsby en yakın arkadaşımdı. Beraber
hayali çay partileri yapardık, beraber
uyurduk, duş alırdık ve bazen benimle
konuştuğunu hatırlıyorum.
Şu anki yetişkinlik çağımda Gitsby’i
düşününce, ne kadar travmatik bir
çocukluk yaşadığımı anlıyorum aslında.
Bazen uçmuştum evdeki dumanlı
havadan dolayı ve bu yüzden anılarımın
çoğu gerçek olamayacak kadar absürttü.
Hala onun sesini hatırlıyorum, ince,
pürüzlü. Ve benden istediği şeyleri
hatırlıyorum. Onun için yemek çalmak.
Çatalları, bıçakları götürmek.
Koltuğumuzun üzerinde sızmış kötü
adama vurmak. Her zaman başımı belaya
sokacak kötü şeyler… Gitsby’i suçlardım
ama annem hiçbir zaman inanmadı.
Yetişkinler asla inanmaz.
6. yaş günlerime az kala, annemden
yılbaşı partisi istedim. Okuldaki hoş
olmayan kızları çağırıp onlara kek ikram
etmek, beni sevmelerini ve arkadaşım
olmalarını istiyordum. Hala mutfakta çok
yüksek umudumla beklediğimi, maden
suyunu çalkaladığımı, nefesimi
tuttuğumu ve annemi pür dikkat
izlediğimi hatırlıyorum. Bana döndü ve
güldü.
“Yılbaşı partisi mi? Jess, bu gülünç.
Benim bile olmayan 15 çocuğu beslemeyi
karşılayamam, daha seni bile ancak
doyurabiliyorum. Bir fil gibi yiyorsun,
yoksa küçük Gitsby mi demeliydim? Evde
yiyecek şeyleri bile güçlükle
bulabiliyorum.”
Yüzüm anında düştü. Bir şeyler
mırıldandım ve kekeledim. Salondan
gelen müziği duydum. Kapıdan geçen
onlarca tanımadığım insanı gördüm.
Annem her zaman partiler verirdi. Peki
ya ben? Bir çocuktum ve tüm
arkadaşlarım yılbaşı partileri veriyordu ve
şimdi tüm kötü kızlar parti vermek için
çok fakir olduğumu bilecekler ve bununla
bile dalga geçeceklerdi.
Göz yaşlarımın aktığını hissettim ve
odama koşup kapıyı çarptım. Gitsby
yatakta yatıyordu ve gülümsüyordu. O
her zaman gülümserdi, nasıl
unutabilirim ki? Sadece bana bakardı, ve
gülümserdi. Benden kötü bir şey
yapmamı isteyecekti. Yemek çalmamı ya
da daha kötüsünü. Bu onun suçuydu.
Gitsby okula gitmek zorunda değildi.
Gitsby hiçbir zaman benim durumuma
düşmedi, başı belaya girmedi. 5 yaşında
küçük beynim, tüm bu olanların annemin
değil de Gitsby’nin suçu olduğuna
inandırmıştı beni.
Öfkeyle çığlık attım ve elimdeki şişeyi
tüm gücümle yatağa fırlattım. Gitsby’e
çarptı ve zemine düştü. Güldüm. Onu
banyoya sürükledim ve duşakabinin içine
attım. Tabi ki de karşılık veremedi suyun
altındayken ama bu beni rahatlatmıştı.
Birkaç dakika sonra, yani sinirim ve
aşağılanma duygum geçtiğinde hıncımı
çıkardığım favori oyuncağımı oyuncak
kutusuna fırlattım ve sertçe kapattım.
Kutuyu tekmeledim; Gitsby’i hiçbir
zaman görmek istemiyordum.
Ondan sonra hiçbir oyuncağım olmadı.
Yaklaşık bir hafta sonra polis geldi ve iki
tatlı bayan beni yeni bir eve, kasabaya ve
hayata götürdü. Yemeğim vardı ve
uyuşturucu falan yoktu. Sandık depoya
kaldırıldı ve vagon kayboldu. Annemi bir
daha hiç görmedim. Büyüdüğümde ailem
annemin 25 yıldır hapiste olduğunu
kabul etti. Onun için hiçbir şey
hissetmemiştim zaten, hala onun bana
verdiği kötü hayat yüzünden kabuslar
görüyordum. Kendimi okuldaki başarıma
adamıştım ve hapisten gönderdiği
mektupları takmamıştım. Ergenlik
dönemimde bana birkaç kez ulaştı ama
telefonu açmadım.
Bu sabaha kadar böyleydi. Şimdi 30
yaşındayım, kendi çocuklarım ve beni
derinden seven bir eşim var. Güzel bir
eve, iki tatlı köpeğe ve sosyal çalışan
olarak benim gibi çocukluk geçiren
çocuklarda bir farklılık yapmak üzere bir
kariyere sahibim. Bugün bana sesli mesaj
attığında ve benimle konuşmayı
istediğini söylediğinde, kendimi onun
söyleyeceklerini dinleyecek kadar hazır
hissettim.
Çocuklar okul için gittiğinde, arka
bahçemizdeki kulubemize gittim,
çocuklarımın yazın oynamak için
kullandığı alana. Eski oyuncak kutuma,
şimdilerde çay partisi sehpası olarak
kullanılan sandığa oturdum ve bana
bıraktığı numarayı aradım.
3 kez çaldı.
“Alo? Jessie?”
“Selam, anne. Nasılsın?”
“Oh Jessie, benimle konuştuğun için
teşekkür ederim. Biliyorum şu an kendi
ailene ve hayatına sahipsin. Onlarla
birgün tanışmayı çok isterim! Sadece ne
kadar üzgün olduğumu söylemek için
aradım. Her şey için.”
“Çocuklarımla hiçbir zaman
tanışmayacaksın, asla. Ben de kendi
hissettiklerimi söyleceğim. Uyuşturucular
seni çökertti ve beni de aşağı, yanına
çektin. Aslında, yakalanmanın bu kadar
uzun sürdüğüne şaşkınım.”
“Yakalanma derken ne demeye çalıştığını
anlamadım. Jess, gerçekten bir şey
bilmiyorum. Bak, zor bir durum. Neden
benden bu kadar nefret edip
torunlarımla tanışmama izin
vermiyorsun? İsa’nın bağışlayıcılığı
hakkında çok şey öğrendim uzaktayken ve
ben.. oh Jessie, Gitsby için çok
üzgünüm.”
“Gitsby?” Durdum, aklım karışmıştı.
“Neden onu umursayasın?”
“Biliyorum, inan bana biliyorum Jessie.
Hepsi benim suçum, eroinler. Ve Gitsby,
Tanrım… O sonsuz kadar gitti ve hepsi
benim hatam.”
Annem ağlamaya başladığında,
parmaklarımı sabırsızca oyuncak
kutusuna değdirdim. Uyuşturucular
annemin beynini yakmıştı açıkça.
“Anne, neden Gitsby hakkında
konuşuyorsun? Hatta neden
umursuyorsun? Ve Gitsby’nin nerde
olduğunu biliyorum. Tam altımda.
“Biliyor musun? Ne diyorsun Jessie?
Aman Tanrım nerde o?”
Huzursuzca cevap verdim. “Gitsby
sandıkta.”
Cidden annemin telefonu beklemeye
aldığını sandım, hiçbir şey
duymuyordum, nefes alış verişini bile.
“….Kız kardeşin sandıkta derken?”
“Kardeş? Ne saçmalıyorsun?
Uyuşturucuya hemen döndün değil mi
anne? Gitsby lanet olası bir oyuncak.
Birkaç gün önce onu oyuncak kutusuna
kitlemiştim senin esrarkeşlikten
yakalanmandan önce.”
“Jessie.. oh Tanrım hayır… hayır… Jess,
uyuşturucular için hapse atılmadım. Göz
altına alınma sebebim Gitsby’nin
kayboluşuydu. Onu her zaman küçük
oyuncağın diye çağırırdın ama hepimiz
biliyorsun sanmıştık.. Aman Tanrım, ne
yaptın Jessie? Benim küçük bebeğime ne
yaptın?!”
Duygu belirtisi göstermeden, telefonu
yanıma koyup ayağı kalktım. Uzaktan,
annemin haykırışlarını ve ağlayışını
duyabiliyordum ve kutu hakkında çok
karanlık duygular içimi kapladı. Anılar,
geri dönüyordu. Kararsızlığımın ardındaki
gücü hissediyordum. Zihnimdeki kapayı
ittiriyordum, çok uzun süredir sıkıca
kapalı olan kapıyı. Onun orada olduğunu
unutmuştum.
Travma ve uyuşturucular benim küçük bir
çocuğun aslında bir bebek olduğunu
inandırmış olabilir miydi? Yemek isteyen,
bunun için malzemelere ihtiyaç duyan,
onu kötü adamlardan korumamı isteyen…
Hayır…
Yavaşça döndüm ve gözlerimi kutuya
diktim. Kesinlikle çok küçüktü. Oraya bir
insanı sığdıramazdın. Yapamazdın. Peki
ya çok küçük, aç, bir deri bir kemik olan
bir yavruyu? Eğer bir müfettiş olsaydım
ve bir çocuk aramam gerekseydi asla o
kutunun içine bakmayı düşünmezdim.
Sadece, çok çok küçüktü.
Dizimin üstüne çöktüm ve klipslerini
açtım. Bakmamam daha iyi olacaktı. Tüm
bu atlattıklarımdan sonra, kazandığım
yeni hayattan sonra. Bu oyuncak
kutusunu açmamla hepsi yok olabilirdi.
Açmamalıyım. Onu bir yere fırlatmalı ve
varlığını bile unutmalıyım. İçine
bakmamalıyım.
Sandığı açtım.
Hiçbir zaman oyuncak bebeğim
olmamıştı. Annem asla bana alamadı. Bir
vagonum da olmamıştı. Ama bir oyuncak
kutum vardı. Şirin, mavi ve beyaz bir
kutu. 5 yaşındayken, iki yaşındaki kız
kardeşimi boğdum ve onu içine koydum.
Ve şimdiyse, hayatım bitti.